Lale Zamanı


Kıyı, köşe bahar

Meriç boyunda akşam üzeri …

Galata’dan, Karaköy’e Sokaklar …

Beyoğlu sokaklarında …

Çakıltaşları …

Bir Cumartesi

Size de olmuştur muhakkak; çocukluğunuzda yaşadığınız yerler, kullandığınız eşyalar, oynadığınız alanların beyninizdeki izdüşümleri yıllarca sizi an be an takip eder, hiç beklemediğiniz ve mantıklı bir ilgi kuramadığınız bir anda sizi yakalar, sarıp sarmalar ve bir süre – belki uzunca bir süre – yapmakta olduğunuz işten, yaşamakta olduğunuz zamandan kısacık anlar çalarak, o eski görüntülerin esiri olursunuz.

İstanbul’da 1972-78 yıllarında devam ettiğim yatılı okul hayatımdaki bu anlardan belki de en fazlasına kaynak olmuştu. Diğer zamanlarda camdan dışarı bakmak pek mümkün olmadığından serin, gri-mavi sonbahar ve belki ilkbahar akşamlarında yatakhane penceresinden, aşağıdaki sokağı ve sokağın karşısındaki apartmanları gözlerdim. Günler ve gecelerce beraber olduğum arkadaşlarımın görüntülerinden çok mekan görüntüsü …

Bu görüntüleri bir fotoğraf makinesi imişcesine beynime nakşetmek, yıllar sonra bu mutsuz, umarsız anları hatırlayıp acı çekmek mi isterdim. Belki …

Sonraki Sayfa »

Yakınlar… Abant

Ankara’dan kolaylıkla ulaşılabilecek, günübirlik ya da haftasonu mekanlarından Abant …

Abant Gölü null Sıklamen

Abant Kır Çiçekleri

Abant Ormanlarından

KARAMAN’IN TAŞKALE BELDESİNDEN İNSAN MANZARALARI


Taşkale
Ala Muhtar diyorlar ona. Siyah fötr şapkasıyla 56 yaşındaki Orta Cami Mahallesi muhtarı Ali Bey’in anlattığına göre burada herkesin lakabı varmış. Gerçekten de Taşkale’de Ali’den, Mustafa’dan, Mehmet’ten geçilmiyor. Babası, 88 yaşındaki “Sopalı Ahmet” gençken çok güçlü kuvvetli birisiymiş dediğine göre, tek başına deveyi kaldırırmış. Şehre gidip geldiğinde renkli giysiler getirirmiş. “Ala” lakabı da çocukluktan geliyormuş, bu afili giysilerden. Başından çıkarmadığı şapkasını ise “Kistan Süleman” Avrupa’dan getirmiş. Ala Muhtar da ona koyun peyniri gönderiyormuş.

Lakapların hepsi enteresan; “Kalyon Mustafa”, “Dubaracı Abdulah”, “Icık İsmil”, “Çörçil Mustafa”, “Kaytez Şükrü”, “Tetoğlan Mustafa”, “Gabak Fakı Yalçın”, “Besmele Mehmet”ve ağabeyi “Rahvan Mustafa”, “Dalkıran Mustafa”, “Naylon Hasan”, yıllarca Fransa’da çalışıp iki yıl evvel köye dönen “Dertli Ali”, “Acöldük Mustafa”,”Atmaca”, çerçilik yapan ve hayatı hanlarda geçen “Hancı”, icatları ile ünlü “Alex”, “Dalgalı”,”Azman” ve diğerlerinin hep bir hikayesi var…

Ama en ilginçleri, çocukken damdan, ya da yörede söylendiği gibi “çelen’den” düşen “Gotügırık” ile emekli belediye zabıtası “Güççük Allah”. Anlattığına göre, 80 ihtilali olunca, askerler reisleri görevden almış. Belde’nin yetkilisi oluveren belediye zabıtası da, yaz için yaylaya götürülmüş olan koyun sürülerine, köyden geçip, kışın daha ılık olan bölgeye ulaşma izni vermemiş. “Artık buranın Allah’ı benim” deyince 40 sürü kadar olan koyunların yarıya yakını soğuktan telef olmuş, lakabı da “Güççük Allah” kalmış.

Namı Diğer Zeytinbağı

Triyle, bugünkü adıyla Zeytinbağı,Marmara Denizi’nin güney kıyısına sığınmış hala bizanstan değerler taşıyan bir köy. Zamanı yavaşlatan sakinlik, en çok içerilerden denize kadar uzanan ana cadde’nin biraz genişlediği yerdeki, asırlık çınar ağaçlarının altında, sağlı sollu kahvehanelerde yaşanıyor. Tahta sandalyelerde muhabbete dalan yaşlılar, gelen geçenden haberdar olup, ülke meselelerini değerlendiriyorlar. Yüzlerinden gülümseme eksik olmayan çocuklar ise ara sokaklarda oyun oynuyorlar. Zamana yenilmiş ahşap evlerin önlerine yerleştirilmiş koltuklarda ve divanlarda teyzeler sebze ayıklıyor, reçel yapıyorlar.

Tarihte çok önemli olmuş bir çok rivayete göre Trilye. Bizans zamanında çok önemli 7 kilise varmış. Bir kısmı hala zamanın tahribatına direnmeye çalışıyor. Bir de ünlü Makarios’un eğitim gördüğü söylenen Taşmektep var. Şimdilerde kapsamlı bir restorasyon yürütülmekte, dar sokaklardan aşağı kıvrılan yerdeki bu heybetli binada.

Trilyenin sahilindeki hemen hemen tüm binaların altı lokanta. Balıklar taze, mezelerinse tadı damakta kalıyor. Kiliseye çıkılan tepede ise hem köye hem de denize hakim manzarasıyla bir çay bahçesi yeralmakta.

En güzel yol yelkenle gitmek tabi ki Trilye’ye. Ama Mudanya’dan da kara yolu ile ulaşmak mümkün. Tesadüf bu ya, fırıncının oğlunun sünnet düğünü varmış. Fırının önünde gündüzden başlamış çalmaya ince saz. Akşamsa sahildeki balıkçılardan birinde devam edecek çümbüş. Böylesine coşkulu canlı müziğin tadı bir başka oluyor.

Son zamanlarda İstanbul’dan gelenler çoğalmış. Turistlerin beğenisine sunulan zeytin ve zeytinden yapılan ürünler satan dükkanlar türemiş. Hediyelik eşyalar da tabi.

Aylak aylak dolaşıp, Ağustos sıcağında çınar gölgesinde kahve yudumlayarak geçirmek, akşam da taze balık ve zeytinyağlıların yanında bir iki kadeh rakı içmek için son derece uygun ve keyifli bir yer.

  

Lütfen slide show için tıklayınız…